15 Temmuz 2009 Çarşamba

Sokak Arası Düğünleri

İçimi dökmek ne kelime. Bizim sokakta bir aydır bitmeyen bir düğün var. Anlamadım kız mı gidiyor, gelin mi geliyor. Lakin hiç bitmek bilmeyen bir gürültü gecemizi sabahımıza karıştırdı. Daha önce tam da kandil akşamı akşamın 8'inde başlayıp gecenin üçüne kadar devam eden bir eğlence ardından üç gün böyle devam etmişti. Zılgıtlara halay sesi karıştı. Çığlıklar birbiriyle yarıştı resmen gecenin o saatinde. Tabi bizde sinirler harap olmuştu, uykularımız da kaçak. Dün de gece 11'de davullu zurnalı bir kabus başladı birden sokak ortasında ve neredeyse bir saat de hiç susmadı.

Anlıyorum insanlar evleniyorlar ve bu mutluluğu doyasıya yaşamak istiyor, çevrelerini de mutluluklarından haberdar etmek istiyorlar. Anlıyorum aslında bir zamanlar köylerinde yaşadıkları doyasıya düğün keyfini geldikleri bu şehirde de yaşatmak istiyorlar. Geleneklerini kaybetmemek istiyorlar, yeni bir yerde de olsa kendi nesillerine bu geleneklerini aktarmak istiyorlar. Şehir hayatının fütursuzca yok ettiği değerlerini ayakta tutmak istiyorlar, insanı yalnızlaştıran, huzursuz yapan kasvetli havasını dağıtmak istiyorlar.

Bütün bunların hepsini anlıyorum, empatinin dibine vuruyorum ama bir şeyi yine de hiç ama hiç anlayamıyorum. Aynı insanların yine çokça dini geleneklerden beslendiğini varsayarsak (ki istatistiklere göre dindar kesimin büyük kısmı köy ya da taşradan oluşuyor) kul hakkı denen o hassas konudan nasıl bihaber şekilde davranıyorlar böyle zamanlarda anlamak mümkün değil. Şehir hayatında zaten insanların hayatları iç içe geçmişken, kutu gibi dairelerde birbirimizin her şeyine şahit olup dururken, birde hastasının, yorgununun, yaşlısının ve bebeğinin olduğu bir mahalle ortamında olur olmaz saatlerde yapılan bu düşüncesizlik beni çileden çıkartıyor. Şehir demek birazda adap demek kültür demek çünkü. En alakasız saatlerde insanların uykuda olduğu ya da uyuyacağı saatlerde sanki mahalle sana tahsis edilmiş gibi müziği bağırta bağırta, çığlıklar ata ata eğlenmek de neyin nesi. O kadar insan toplanmış halay, horon çekerken, bense evde sinir krizi geçirirken hep dedim kendime, içlerinden bir tane de sağdulu bir Allahın kulu yok mudur, bir tane numunelik yok mudur acaba bu saatte olmaz, uygun düşmez, kul hakkına gireriz diye. Ya da modern deyimle özgürlük dediğin şey sınırsız değildir diye. Umud ettim yine de. Ama yoktu sanırım. Çıkıp bağırsan al sana kavga, şikayet etsen al başına bela, sessiz kalsan sinirden patla. Öyle tatsız öyle keyifsiz, öyle can sıkıcı bir durum. Velhasılı öyle dertliyim ki.

Sonunda mahalleden taşınacağım o olacak. Peki bu çözüm mü, nereye kadar taşınacağım ve nereye taşınacağım. Birde nereye gitmeli. Birkaç nezih, sakin semt dışında İstanbul olmuş metropol. İnsanlar şehirde yaşıyor ama şehirde yaşamak ne demek bilmiyor. Onca zaman geçirmiş ama hala da öğrenmemiş, öğrenememiş, ne bu şehir onlara bir şey verebilmiş, ne de onlar bu şehirden bir şey alabilmişler. Kültürel doku diyenler, dokuya dokunmayın diye dem vuranlar var birde bu tip çıkışlar yapan ben ve benim gibiler için. Hadi ondan da anlıyorum diyelimki kastedilen nedir, ama benim dokuma zarar veren, bir doku neyin dokusudur aslında köylü kalmışlığın değilse. O insanlara bir son sözüm var sadece: Sen dağdan geldiğin gibi davranmak istersen şehir ortamında işte o zaman dağlı diye bahsedildiğinde de alınmamalısın hiç.
GÜNEŞLİGÜNLER

1 yorum:

  1. Malesef bu şehirde yaşamayı haketmeyenlerle paylaşıyoruz bu güzelim şehri!

    YanıtlaSil